Röportaj - ege sanat rehberi aralık 2007

BİSMİLDE SANATÇI OLMAK

Bismil 2

Nejla:
Merhaba Oktay ağustos ayından beri askerde olduğunu biliyorum şimdi neredesin?


Oktay:
Evet ağustos ayında başladığım acemiliğimi bitirip eylül ayında Yedek Subay öğretmen olarak Diyarbakır Bismil'de Toki ilköğretim okulunda göreve başladım.

Nejla:
Bismil'de yaşam nasıl?


Oktay:
Gelmeden önce heyecanlıydım. Bilmediğim bir mekan yeni insanlar yeni maceralar. Yalnızca tv de ve basında izlediğim olumsuz haberlerle tanıdığım yerler olması da tedirginlik yaratıyordu doğrusu. Ama geleli iki buçuk ay oldu ve her şey yerli yerine
oturdu artık. Yeni bir düzen ve yeni bir yaşam. Değişmeyen tek şeyse sanat adına bir şeyler yapma isteği... Hem bir sanat eğitimcisi hem de bir sanatçı olarak yeni bir görevim var artık burada. Bulunduğum çevreye, öğrencilere elimden geldiğince sanat yoluyla katkıda bulunmak. Sanatçı olarak dünyayı değiştirme ve daha yaşanılır hale getirme isteği burada daha anlamlı olmaya başladı. Bismil'de bulunalı henüz iki ay oldu ama gördüğüm genel olarak çevrenin ve özellikle de öğrencilerin sanat alanına yönelik hiç deneyimlerinin olmamasıydı. Ne bir sergi ne bir tiyatro ne de diğerleri... Anlayacağınız durum büyük kentler dışında Anadolu'nun diğer yerlerindekiyle aynı.

Nejla:
Anlıyorum. Ancak bu duruma seyirci kalmak ne kadar doğru? Bir şeyler yapılamaz mı?


Oktay:
Elbette yapılabilecek şeyler var. Çok yönlü bir konu bu aslında birçok şeyin düzelmesi lazım ekonomi, eğitim vs. Ama bunların dışında hepimizin yapacağı şeyler var. Şimdi düşünün sanat adına her hangi bir etkinlikle hiç karşılaşma fırsatı yakalayamayan bu nedenle de karşılaştıkları ilk sanatsal üretimle dumur olup hatta tepki gösterenler mi suçlu yalnızca? Sanat üreticilerinin, sanat koruyucularının, galerilerin, müzelerin sponsorların vs. hiç mi suçu yok bu konuda? Sanat üretimi konusunda merkezden bir türlü kopamama isteğinin piyasa koşullarına sıkı sıkıya bağlılıktan tuzaklarına düşüyoruz zaman zaman. Elbette ki yaşamsal kaygılar zorluyor bizi buna ama ülke insanın sanat kültürünün oluşması adına da yapmamız gerekenler var. Bunu da yalnızca merkezden sağlayamayız. Çevre içinde duyarlı olmak gerekiyor. Çevre insanını da gerçek sanat yapıtlarıyla karşılaştırmak gerekiyor. Böylelikle sanata duyulan ilginin ve estetik beğeni düzeyinin arttırılması konusunda önemli yol katedebiliriz sanırım. Yalnızca oturduğumuz yerden ülke sanatı adına kaygılarımızı dile getirmek yerine bunun için çabada göstermeliyiz. Böylelikle daha yaşanılır bir toplumu sanat yoluyla oluşturabiliriz kanısındayım. James Joyce'un da dediği gibi “toplumun vicdanını yaratmak” gerekiyor. Bunu da yine sanat üreticileri yapacak ilk başta. Nerede olurlarsa olsunlar. Çok iddialı görünebilir bu ama iddianız yoksa bunu başarma imkanınızda yoktur sanırım. Bu bağlamda Bismil'de bir sergi hazırlıklarına başladım bile. Hazırlıklar neredeyse bitme aşamasında. Burada ürettiklerimi ilk buradaki insanlar görsün istiyorum. Hatta sergi öncesi bir performansla birlikte. Sanırım bu ilk olacak burada. Tepkileri şimdiden merak ediyorum doğrusu.

Nejla:
Sergi dedin, bize Bismil'de yaptığın son dönem çalışmalarından bahseder misin? Çoğunlukla nü'ler görülüyor çalışmalarında özel bir nedeni var mı?


Oktay:
Yeni çalışmalarım ilk dönem resimlerime göre özellikle malzeme açısından bayağı değişti diyebilirim. İlk dönem resimlerim büyük boyutlu tuval üzerine akrilik işlerdi ve olabildiğince renkli çalışmalardı. Yeni çalışmalarda ise tuvalin yerini kağıt almış durumda
ve boyut olarak ta bayağı küçüldüler. Renk neredeyse monokron bir yapıda ve boya yerine çay, kahve ve meyve suyu gibi organik renk verici maddeler kullanmaya başladım. Bunların resimde kullanılışı ilk değil elbette benimki biraz zorunluluktan.

Bulunduğum yerde malzemeye kolayca ulaşma şansım yok ve bir şekilde resim yapmamda gerekiyordu. Anlayacağınız zorluklar yeni çıkış yollarını da birlikte getiriyor. Böylece yeni resimlerimde ilk dönem resimlerime göre resmin yapısı anlamında bir ters
yüzlük söz konusu oldu. Daha önceki resimlerde çoğu kez koyu fon içinde patlayan/beliren renkli figürler şimdi kağıdın aklığı içinde leke öbeklerine dönüştüler. Kompozisyonda boşlukları da olabildiğince geniş tutarak figürlerin etkilerini arttırmaya çalıştım.

Resmimde değişmeyen tek şey figürler. Özellikle nüler, grup ya da topluluk içindeki nü'ler. Nü resmin benim için ifadesi çok farklı. Çıplaklık aynı zamanda arı bir durumu da gösteriyor. Şeffaf olma, dürüst olma iyi olma vs. hepsi çıplaklığın içinden çıkan kavramlar benim için. Dünyaya ilk adım atışımız ve sonrasında büyük göç (ölüm) sırasında da hep çıplak değil mi insan? Tanrının insanı çıplak verip çıplak geri aldığı bu durumdan çıkaracağımız anlamlar olmalı sanırım. Arada kalan kısımda ne oluyorsa oluyor.
Elbiselerimiz, üzerimize yüklediğimiz etiketlerimiz arkasına sığındığımız ve kendimizi gizlediğimiz anlamlara dönüşüyorlar sanki. Bu yüzden değilmi ki çıplak resimler sanat dışı çevre için neredeyse her dönem eleştirilir olmuş ve yalnızca genel ahlaka göre değerlendirilmiştir. Oysa çıplaklıktan rahatsız olma durumu kendi şeffaflıklarından şüphe duymalarından kaynaklanıyor sanırım.